–Bir Kaybın Ardından Yaşamın Ve Yas Tutma Mücadelesinin Öyküsü–

 

Son birkaç haftadır evde kendimi zaman zaman inanılmaz bir hüznün içinde bulmaya başladım. Annemi kaybettiğime dair gündüz düşlerim olmaya ve ağlamaya başladım. Beklenmeyen bir şekilde kederliydim. Durduk yere böyle duygu değişikliklerinin olmayacağını bilecek kadar psikoloğum. Önce bunu pandemi sürecine ve evin içinde olmanın geriletici/regrese edici yanına bağlayıp yadsımaya çalıştım. Ta ki kuzenim beni arayıp “kaza mayısın kaçıydı Nihan?” sorusunu yöneltene dek bastırdım. 27 si dedim.

Bundan 2 yıl önce kuzenimi bir deniz kazasında kaybettim. 5 kişi açıldıkları denizde tekneleri Türkiye Yunanistan deniz sınırında alabora oldu ve battı. İçlerinden biri sağ bulundu. Diğer 3 ü ölü. Benim kuzenimse ne ölü ne de diri olarak bulunamadı.

Ve Vamık Volkanın değimiyle ben “yas tutma işi”ne başlayamadım. Çünkü ortada bir ölüm yok.

Yası anlamamız için gerekli 3 temel şey vardır.

  • Birincisi, her bir kayıp (aile yadigari yüzük, umut, ideal, dostluk, sevgili, iş, hatta eski bir kendilik) bizi kaçınılmaz bir keder içine sürükler.
  • İkincisi, her kayıp geçmiş tüm kayıpları canlandırır.
  • Üçüncüsü, her kayıp, eğer yası tutulabilirse, büyüme ve yenilenme için bir araç olabilir.

Tüm bunları bildiğim için olayın şokunu atlattıktan sonra yas tutmaya çalıştım bunun için adeta bir mücadele verdim. Şimdi anlıyorum ki başaramamışım. Çünkü bu çok komplike bir yastı. Bu kısmı kopmlike yas yazımdan okuyabilirsiniz.

Yaşamımızda etkisi olan bir kişinin yitimi anlatılamaz derecede acı vericidir. Kriz anındaki keder ve eleme iç içe geçmiş yas tepkileri karışır. Yas evreleri; yadsıma, bölme, pazarlık, öfke ve kabuldür. Bu evreler sürekli bir birine karışır. Bu süreç komplike olmamış bir yasta (acısız anlamına asla gelmez) bir yıl ile 2 yıl arasındadır.

KRİZ DÖNEMİ

YADSIMA

Yadsıma, şoku emerek, feci gerçeği yavaş yavaş sindirmemize yardımcı olan bir tampon görevi görür. Kötü bir haber aldığımızda zihnimiz hemen bir yanlışlık olduğuna dair bizi düşünmeye sevk eder. Yadsıma genellikle çabucak gerçeğe boyun eğer. Ölü evini ziyarete gideriz ya da cenazeye katılırız. Bu bizi gerçekle yüz yüze getirir.

Dolayısı ile ben bu gerçekle yüz yüze gelmediğim için kuzenimin yaşadığına inanıyordum. Muhakkak bir tekne onu almıştı ya da bir kıyıya çıkmıştı, mülteci kampındaydı, hafızasını kaybetmişti, bir yerde hastanedeydi. Ve bu inanışımı gerçek olması için sürekli bir uğraş içindeydim. Yakın kıyıların aranması için çabalıyor, Yunanistan’daki hastanelerle, mülteci kampları ile bağlantıya geçmeye çalışıyor, kamplardan görüntülere bakıyordum. Bu yadsımam sürekli azalarak içten içe devam etti. Ediyor da…

BÖLME

Yadsımanın bir başka türlüsü olan bölme, zihnin bir yanının yadsırken, bir yanının yitimi bilmesine izin vermesidir.

Benim durumumda adeta böyleydi. Bir yandan öldüğüne inanıp yasını tutmaya çalışıyordum bir yandan onu arıyordum. Kuzenim bu kazadan 8 yıl önce başka ölümcül bir kaza geçirmişti ve kurtulmuştu. Bana tam kazadan önce sokak köpeklerini beslediğini ve onu hayvanların koruduğunu söylemişti.

Denizde aramaların yapıldığı bir aylık bitmez bekleyişimiz sırasında her gün yanımıza bir beyaz köpek geliyordu ve ben umudumu yitirdiğim anlarda oraya gelişiyle bölme işlemimi bir güzel devam ettiriyordum. O an o köpek olmasa da sanırım bir sürü başka şey bulmama çok müsait bir durumdu.

PAZARLIK

Pazarlıkta, yitimin olduğuna dair daha yüksek düzeyde bir farkındalık vardır. Fakat direnç, bizi kederle psişik pazarlıklara oturtacak kadar işi uzatır. İçimizdeki tüm suçluluklara dokunmamıza neden olur.

“Keşke ilacına baksaydım”, “daha önce fark etseydim böyle olur muydu?”, “sigara içmemesi konusunda ısrarcı olsaydım”, şu doktora götürseydim sonuç farklı olur muydu?” gibi durumun farklı bir şekilde nasıl ele alınacağı düşünülür. Ya da” şunu şunu yaparsam bu kötü rüyadan uyanacağım ve ona onu ne kadar sevdiğimi söyleyeceğim” gibi şeyler geliştirilir.

Pazarlık evresi benim için çok basitti. Sürekli pazarlık ediyordum. Eğer bugün denizde yunus görürsem yaşıyor demekti, eğer önümdeki araba sağa saparsa bu bir işaretti, radyoda çalacak bir sonraki şarkı ondan bana bir mesajtı ve hepsinden olumlu anlamlar çıkarmanın yollarını buluyordum.

SIKINTI

Önemli bir insan ya da bir şeyi kaybetmek, reddedilme ve güçsüzlük duygularını harekete geçirdiğinden, yitimin gerçekliği yavaş yavaş içimize işledikçe iç sıkıntısı duyarız. Beden ısısındaki yükselmenin fiziksel işlevlerimizde bir sorun olduğunu göstermesi gibi, sıkıntı da psişik dengemizin bozulduğuna işaret eden bir çeşit duygusal ateştir. Sıkıntı o kadar rahatsız edicidir ki, paniğimizin sebebini azaltabilmek uğruna uzun yollar kat ederiz.

Kuzenimin kaybının takip eden bir ay içinde o bulunamadıkça tüm gün sitenin bahçesinde toplandığımız kalabalıkla teoriler tartışıyorduk. Batık teknenin olduğu deniz haritasını açıyor miller hesaplıyor, deniz üstü akıntısı, deniz altı akıntısı, diğer arkadaşlarının bulundukları noktalar vb. birçok şey düşünüyorduk. Ve elbette ki sıkıntımızın tarifi yoktu.  

Beni ısrarla rahatsız eden ve bilincimin karşı çıktığı bir teori vardı. “tekne alabora olunca kuzenim, sırt üstü yüzmüştür ve kesin bir kıyıya varmıştır” ısrarla insanın sırt üstü yüzmesinin çok zor olduğunu dalgaların ağzına gelip su yutacağını düşünüyor ve kesin yüz üstü yüzmüştür diyordum. Gelince ona soracağım ve eminim yüz üstü yüzmüştür. Dalgalı günlerde denize girip sırt üstü kendimi sulara bırakmayı deniyordum ve hayır yüz üstü yüzmüştür diyordum.

Çocukken kuzenimle ölümünü seçme şansın olsa nasıl bir ölüm seçersin diye konuşmalarımızı hatırlıyordum. Bana “En kötüsü boğularakmış Nihan çok acı çekiyormuşsun” derdi ve hep uyarırdı “sakın onu seçme!”(bu tarz konuşmalar 10 yaşında diğer bir kuzenimizi kaybettikten sonra başlamıştı, buraya komplike yas kısmında değindim).

Onun, tekne alabora olduktan sonra denizde ne yaptığını düşünmek bana en sıkıntı veren şeydi. Tüm bedenim sarsılıyordu ve içimi tarifsiz bir sıkıntı kaplıyordu. Bir süre sonra bu düşünceler zihnime gelince onları ertelemenin yollarını bulmuştum.

2019 Mayıs ayında (1 yıl sonra) tarifsiz bir sırt ağrım başladı. Nefes almamı çok zorlaştırıyordu. Bir sürü tetkik yaptırdım. Asla bir nedeni bulunamadı. Ve daha sonra birden geçti. Bu yazıyı yazmama sebep olan iç sıkıntım ve ağlamalarım başlayınca ve mayıs ayında olduğumuzu fark edince, geçen sene ne yapmıştım diye düşündüğümde annem, “tüm mayıs hastanelerdeydik sırt ağrın için” dedi ve bende bastırdığım acılarımı düşündüm. Onun sırt üstü yüzemeyecek olması düşüncesi bilinç dışı bir şekilde beni de sırt ağrılarından nefes alamaz hale getirmişti.

Yas tutanların bazılarında kaybedilen kişinin özelliklerini, özellikle son rahatsızlığı sırasında gösterdiği bazı belirtileri ya da felaket anında göstermiş olabileceği davranışları sergiledikleri bilinen bir şeydir.

Sıkıntı duymamak adına bastırdığım boğulmuş olabileceği ihtimali, bedenimde bir sıkıntı olarak kendini göstermişti.

ÖFKE

Birisi istemeden de terk etse, geride kalmak bizi çileden çıkarır. Bir boşanma ya da terk edilmede öfkelenmek kolaydır. Mahkemeye vermekten kapı kilitlerini değiştirmeye kadar çeşitli öfke çıkarma yolları vardır. Ama ölüm ya da kayıp durumlarında, toplumsal kurallar öfkelenmeye izin vermez.

Ölen ya da bizi bırakan birine nasıl deli gibi öfkelendiğimizi pek ender kabul ederiz. Bunun yerine doktoru azarlar, cenazede olan bazı şeylere yakınır, en yakınımıza kızar, boşanma avukatına patlarız.

Belirli bir öfke, gerçekleri kabul etmeye başladığımızı gösteren sağlıklı bir işarettir. Bir tek öfke dalgası, tek bir yadsıma, bölme ve pazarlık etme döngüsü ender olarak yeterli olur. Bu dönemler, gerekli düzeyde bağışıklık kazanmak için yapılan bir dizi aşılama gibidir. “Aynı bacak tekrar tekrar kesilir” “Bıçağın ete batışı tekrar tekrar hissedilir”

Kriz dönemindeki keder sonlanırken, yadsıma ve bölme yavaş yavaş azalır. Usulca bu anlar farklı bir şekle bürünür. Gideni çağırma İçtepisi daha acı verici ve keskin hale gelir. Yitimin bütün ağırlığı duyumsanmaya başlar.

Ben ne yazık ki henüz hiç öfkelenemedim.

KEDERLİ KRİZ DÖNEMİNDE DÜŞLER

Düşler bilinç dışımızla bağlantı kurar, arzularımız yerine getirmemize yardım eder, sorunlarımızın üzerinde çalışır ve uyanık yaşamımızda kabul edilemez saydığımız düşünceleri dile getirir. Bu nedenle, kriz dönemindeki düşlerimizin öyküleri, ölümü kabullenmeyle ilgili yaşamdaki çatışmayı anlatır.

Yadsıma dönemindeyken düşlerde, kayıp kişi mezarından kalkabilir, üstünü başını silkeler ve ölü olmaktan bıktım diyebilir.

Bölme zamanında kişi, düşünde kaybettiği kişiyi cenazesinde yanında dururken görebilir.

Yitimin bilincine varmamıza yarayan öfkeyi hissetmeye başladığımız dönemlerde düşlerde, bir eş ölen kocasının onu tokatladığını görebilir.

Benim düşlerimde kuzenim sürekli beni arıyordu ve merak etme yaşıyorum, geleceğim, herkese söyle diyordu. Zamanla döndüğünü görmeye başladım. Uzun uzun sarılıyorduk ve ne olduğunu anlatacağım diyor ve kesiliyordu rüyalarım.

Şimdilerde uzun yolculuklara çıkıyorum düşlerimde. Olmayacak dağ aralarından, savaş bölgelerinden, kurak topraklardan masmavi cennet denizlerine ulaşıyorum. Kuzenimin kaybından 2 ay önce kaybettiğim anneannem de deniz kıyısında oluyor.

 

YAS İŞİ

Bir ölümü kabullendikten sonra yaşamımıza devam etmek isteriz. Acının ortadan kalkmasını ve kendimizi yeniden yaşama katmayı isteriz. Ancak kaybettiğimiz kişinin duygusal varlığını kafamızın içinde dolaşıp durur, bizi onunla yeni ve daha uygun bir ilişki düzenlemeye zorlar. İşte bu uzlaşma dönemi “yas işi” olarak bilinir.

Bu terim, bir kayıptan sonra sağlamamız gereken iç ve dış uyumları tanımak üzere Freud tarafından ortaya atılmıştır.

Başarılı bir yas işlemi için iki ana bileşen gereklidir. Giden kişinin bizim için ne anlama geldiğini değerlendirmek üzere kaybedilen kişi ile ilişkimizi yeniden gözden geçirmek ve sonra onu geleceği olmayan bir anıya dönüştürmek.

Yas işlemi son derece yorucudur. Bilinç dışımızda, tekrar tekrar gözden geçirir dururuz ve geçmişin sürekli kuşatması altında kalırız.  Ve tekrar tekrar kaçınılmaz yalnızlığımızla ve özlemimizle yüzleşmek zorunda kalırız.

Bazen keder bizi garip bir şekilde avutur. Çünkü keder kaybettiğimizle aramızda en azından elle tutulur bir bağdır.

Yavaş yavaş günün taleplerini kendini göstermeye başlar. Kayıptan kendimizi kurtarmak ve yaşama devam etmek isteriz. Genelde bir parçamız hala tutsaktır. Gözden geçirmeyi tam olarak bitirememiştir, bırakmaya hazır değildir. Kederin sona ermesini, kaybedilen kişiyi anımsatacak daha az şey olmasını istemek, bilinçdışında ihanet gibi hissedilebilir.

Bu türden duygusal stres, bizleri bir dizi fizik yakınma ve hastalık riski altında bırakır.

Neyin yasını tutacaktım?

Onun yaşamını yitirmesinin mi? Zevklerinin sona ermesinin mi? Daha bir yıllık evliydi. Aşkını doya doya yaşayamayacak, baba olamayacak, karnı ağrıyana kadar gülemeyecek, karpuz yiyemeyecek…

Yoksa bir yerde bizden ayrı bir hayatta olmasının mı? Onun hafızasını yitirdiği ve geçmişini hatırlamamasının mı?

Yoksa yasını tutmam gereken benim kendi yitimim miydi? Onun fiziksel varlığına doyamamam mı? Onun orada bir yerde olduğunu bilmemek… Ya da belki çocukluğumun ve gençliğimin, geçmişimi kaybetmemin mi?

Ondaki bana ait kayıtların yasını mı?

PSİŞİK EŞİ SOĞUTMAK

Bir dönüm noktası olan “Yas ve Melankoli” ADLI YAZISINDA, Freud duygusal bağlarımızdan asla isteyerek vazgeçmediğimizi kaydetmiştir. Terk edilmiş olmamız bizi terk eden kişiyle ilgilenmekten vezgeçmemiz anlamına gelmez. Onun duygusal varlığına yanıt vererek ilişkinin sürmesini sağlarız. Vamık Volkan buna “psişik eş” der.

Dünyamızda yer alan ya da bir zamanlar yer almış olan tüm insanların ve şeylerin psişik eşlerini taşırız. Psişik eşler ilişkinin bizim yaşadığımız biçimiyle psikolojik gerçeğini simgeler. Bir modelin tablosu gibi, gerçeği görüş şeklimiz, gereksinimlerimiz, düşlerimiz, sınırlılıklarımız ve deneyimlerimizin süzgecinden geçirerek yaratırız.

Yas işleminin anlaşılabilmesi için psişik eşler kavramı gereklidir. Birisiyle, sürmekte olan bir gerçek dünya ilişkimiz olduğu sürece, o kişi bizi etkiler ve biz de psişik eşi buna göre yeniden gözden geçirir ve üzerinde değişiklikler yaparız.  O kişi dünyamızı terk ettiğinde, gerçek dünya yaşantısı azalır ya da yok olur. Fakat psişik eş sıcaklığını korur. Hatta ayrılık nedeniyle bu sıcaklık kızışır. Yas işi, yitimin ateşini söndürmeyi ve psişik eşi soğutmayı içerir.

Yeniden gözden geçirme sırasında psişik eşin özellikleri bu sürecin nasıl geçeceğini belirler. Sevgi dolu anılar mutluluk duygularını uyandırır. Çatışmalı ilişkiler, çözümlenmemiş gerginlikler, karşılanmamış beklentiler bunlar yas işi sırasında gözden geçirme yaparken suçluluk, öfke ve üzüntü yaşamamıza neden olur.

Kuzenimle asla çatışmalı bir ilişkimiz olmadı. O benim bütün itlik ve serserilikleri yaptığım, en çok güldüğüm çocukluğumdu. Hayvanlarla inanılmaz bir bağı vardı. Fare beslediğini bile bilirim. Korkusuzdu, çetindi, defalarca başına bir şey geldi ve hep hayatta kaldı, beni çok severdi, sırlarını verir ve sırlarımı saklardı, beni korurdu ve hep benden yanaydı, çok güzel bir gülümsemesi vardı. Di li geçmiş zaman kullanıyorum çünkü şuan yanımda değil. Onu hatırladığımda hep mutlu oluyorum. Aile arasında ona sardalya derler.

ÖZDEŞİMLER

Psişik eşten ayrılmamıza ve yası tamamlamamıza yardımcı olan ruhsal süreçtir. Kişinin en çok gereksinim duyduğumuz yanlarını alıp içimize sindiririz. İlişkimizdeki iyi olan şeyleri içimize alır ve onları kimliğimizin bir parçası yaparız. Yani özdeşimler, kaybettiğimiz kişiye ya da şeye yakın kalmak için bilinçdışı bir arzu ile güdülenirler ve bir çeşit içsel anı gibi iş görürler.

Kısa süre içinde, zenginleştirici özdeşimler, kaybettiğimiz kişinin psişik eşinden ayrılmamıza yardım ederler. Çünkü bir zamanlar bize verilmekte olanı, artık kendimiz sağlar hale geliriz. Bu şekilde ayrılabiliriz ve kaderin cilvesi olarak, kayıp deneyimiyle zenginleşiriz. Ama eğer gideni geri getirecek olsa, bu zenginliklerin hepsini gözümüzü kırpmadan geri vereceğimizi bilerek.

Ben bu kayıptan sonra hayvanlara olan uzaklığımı aşmaya çalıştım. Tüm hayvanlara karşı fobim vardır. En azından artık köpeklere dokunabiliyorum. Çocukluk anılarımı sürekli anlatıyorum. Onun içinde olduğu her anımı unutmamak için yazıyorum. Daha korkusuz olmaya çalışıyorum. Gülümsememi saklamıyorum. Kendimden ve hayattan yanayım.

BAĞLANTI NESNELERİ

Birçok şey bağlantı nesnesi işlevi görebilir. Bunlar sıklıkla işlevsel eşyalardır. Tipik olarak, kaybedilen kişiye ait olan ya da kaybı akla getiren şeylerdir. Kaybın oluştuğu ortamı anımsatan “son dakika nesneleri” de olabilir. Birinin öldüğü haberini aldığında pikaba koymakta olunan plakları saklamak gibi.. Bazı şarkılar, mimikler ya da belli ifadeler de bağlantı işlevi görebilir.

Anı olarak saklanan eşyaları bağlantı nesnesi arasındaki fark, seçim ile zorlantı arasındaki tanımlanması zor alanda yer alır. Bir bağlantı nesnesi, yas tutan kişi için yitimiyle ilgili çatışmalarını ve yitimin ondan aldıklarını yeniden canlandırdığı sürece psikolojik olarak sıcaktır.

Yası olağan seyir izleyen bir kişi, kendisine miras kalan bir yüzüğü sıkıntı duymadan, onu korumak için anlamsız bir zorlantı hissetmeden, görme isteği ile gözünün önünden kaldırma isteği arasında çatışma yaşamadan takabilir. Bağlantı nesneleri genellikle kullanılmıyordur. Takılmayan bir saat, kullanılmayan bir fotoğraf makinesi, gönderilmemiş bir mektup…

Bu benim için “konuşmaktı”. Bağlantı nesnem “(kuzenimle) konuşmak”. Onu kaybettiğimde neredeyse anneannemin ölümünden beri arayıp konuşmamıştık. Çocukken inanılmaz yakındık. Onsuz hiçbir anım yoktur. Büyüdükçe daha az konuşur araşır olmuştuk. Tabi ki yakınlığımız bakiydi ama büyümenin verdiği bir etkiyle daha az konuşurduk. Onunla konuşmamış olmam “çözümlenmemiş meselem”di. Uzaklaştık suçluluğu ile doluydum. Mesleğim gereği yıllardır devam eden bireysel ve grup terapimde tüm bu olanlardan bir kere kısaca bahsettim ve bir daha hiç bu durumu konuşmadım. Onunla konuşmak için ona yazmam gerekiyordu. O benim mektup arkadaşımdı da. Daha sonra ona yazmaya başladım. Onunla konuşur gibi yazıyordum.

Zamanla aralarından bazılarını sosyal medyada yayınladım. Olurda geri gelirse aslında onu ne kadar çok sevdiğimi ve konuşmak istediğimi görsün istiyordum. 

Şimdide bu yazıyı kaleme aldım onunla konuşur gibi değil ama onunla ilgili…ve üzerimden tır geçmiş gibi hissediyorum. Murtahan Munganın şu dizleri ile bu halimi tanımlayabilirim.

Bir ayrılığın ilk günleridir daha, herşey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta

Bos bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
Unutulmus bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam esyanin gürültüsünü, nesnelerin dünyasinda
Kendime bir yer bulsam, dedigimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çikarmaya zorlandigimiz anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasina,
Basimiza gelmis bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alinmaya
Kendimizi hazirlar gibi

Bağlantı nesneleri, ilişkinin şarkısını çalar. Ne yazık ki, aynı zamanda, yas tutanların uyum sağlamalarını ve yaşamda ilerlemelerini engeller.

Yas tutma işi ne zaman biter? En gerçek yanıt, bizim için önemli olan hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi bırakmadığımızdır. Bilinçdışı, zaman tanımadığı için, bir insan ya da bir şeye duygusal yatırım yaptığımızda onun psişik eşini zihnimizin derinliklerinde saklarız. Bir yitim her zaman yeniden canlanabilir ve yeniden can yakabilir.

Bu nedenle, yasımız tam anlamıyla tutsak bile, kayıba ilişkin yıldönümlerinde keder yineleyebilir. Bu yıl dönümleri; ilişkiyi ya da ilişkinin sonunu anımsatan birlikte yaşanmış önemli bir olay, mevsim, günün herhangi bir zamanı, hafta ya da yıl olabilir. Psişik eşlerin yeniden etkileşmeleri genellikle olağandır ve komplike olmamış kederde bunlar yıllar geçtikçe silikleşir.

Kaynaklar

Freud s.(2014) Yas ve Melankoli. Çev. Aslı Emirsoy

Volkan V.D.(1993) Gidenin Ardından. Çev. Işıl Vahip, Müge Kocadere

Volkan V.D. , Elizabeth Z. (2012) Kayıptan Sonra Yaşam. Çev. Işıl Vahip, Müge Kocadere