Bugünlerde deneyimlediğimiz tecrit ve bu yalnızlıkta “yapıp ettiklerimiz” nasıl bir ruhsal yapılanmaya sahip olduğumuzu anlamamız için aslında çok kıymetli bir ipucu. Gelin bu ipin ucunu tutalım ve bunu anlamaya çalışalım.

Ne Oldu Bize?

Dışarıda gerçek bir tehdit vardı. Ölümcüldü.  Evde kaldık, yalnız kaldık, (her ne kadar başkaları olsa da) izole olduk. Ve nereye yöneleceğimizi şaşırdık.  Tv de haberler, beslenme önerileri, teoriler, korunma yöntemleri, fikirler, sayılar…  Sosyal medyada bir sürü akım başladı. Meydan okumalar, egzersiz serileri, kitap önerileri, canlı yayınlar, komiklikler, şakalar… Artık iç dünyamız neye el verdiyse…

Bu karmaşanın içinde bize ne olduğunu algılamaya çalıştım ve evet! Sosyal medyanın varlığında “yalnız kalma kapasitemi genişletmeye” çalışıyordum.

Ben ipin ucunu; yalnızlıktan ve Winnocott’un  “Başkasının varlığında yalnız kalma kapasitesinin genişletilmesi” kavramından tutarak kendiyle kalamayan insanlara bir ayna olabilmek adına bu yazıyı yazmaya karar verdim. İnsanın olgunluğunun temeli kendiyle kalabilmesinden geçmekte çünkü.

Aslında birazdan anlatmaya çalışacağım konu; başta Freud olmak üzere Klein, Bion, Winnocott,  Kohut vb. gibi teorisyenler tarafından atomu parçalarcasına, deyim yerindeyse  liğme liğme edilerek irdelenmiştir. Ben genel bir tablo vermeye çalışacağım.

İnsan 7 sinde neyse 70 inde de odur derler ya işte bunun sebebi 6 yaşımıza kadar ruhsal yapımızın bütün temellerinin atılmış olmasıdır. (Bunu dilerseniz diğer yazılarımda ya da Freud’un psikoseksüel kuramından okuyarak bakabilirsiniz) Ama ben özellikle size 0-2 yaş aralığımızda neler olup bittiğini anlatmak istiyorum. Bu yaş aralığı bittiğinde bizim kendiliğimizin, yani kimliğimizin oluşum paterni/deseni/modeli kurulmuş oluyor.

Birinin kendiyle kalabilmesinin ya da kalamamasının nedenleri anlayabilmesi için önce kendilik kavramını anlaması gerekir.

Kendilik nedir?

Günlük pratikte kendilik kavramı ile en çok karıştırılan kavram kimliktir. Oysa bu iki kavram birbirinden farklıdır. Kendilik “beni ben yapan” ruhsal yapıdır; yani kendilik ruhsal yapının çatısını oluşturmaktadır. Tıpkı kas ve organlarımızı bir arada tutan iskeletimiz gibi.

Kendiliğin en son gelişen, kalıcı bir biçim kazanmış, aynılık ve süreklilik gibi özgül özellikleri olan, “beni bana benzeten” bölümü kimliktir. Kimlik duyumsanan bir yapı olmanın ötesinde yapısal ve işlevsel özellikleri olan bir yapı olarak karşımıza çıkar.

 

Değerli Hocam Birgül Aydın, ‘’Kendilik’’ ve ‘’Kimlik’’ arasındaki ilişkiyi güzel bir metaforla anlatmış. Şeftalinin çekirdeği ile etli kısmı arasındaki ilişkiye benzer demiş. Çekirdek eğer sağlıklıysa etli kısım da hoş kokulu, lezzetli, güzel görünümlü olur; fakat çekirdek sağlıksızsa etli kısım da son derece tatsız, kokusuz ve kötü görünümlüdür. Burada kendilik çekirdek, kimlik de şeftalinin etli kısmıdır. Çünkü kendilik “beni ben yapan”, kimlik ise “beni bana benzeten”dir.

 

Peki Bu Çekirdek Nasıl Oluşur?

0-2 yaş arasında annemiz ile olan ilişkimizin sonucunda oluşur. Bizler annemiz ile 2 yaşımıza kadar bir bağlanma modeli geliştiririz, bu modelin içinde de bir çekirdek oluşur ve bunu hayatımız boyunca kullanırız.

Biri güvenli, diğer üçü güvensiz olmak üzere 4 ana bağlanma modeli vardır. Ben bu yazımda; oluşmasını umut ettiğimiz, güvenli bağlanmanın aşamalarını ve burada oluşan çekirdeği anlatacağım.

Anneyle bir bütün olan bebek doğduğunda dış dünyanın varlığının farkında değildir. Bebek için kendisinden başka birileri ve dış dünya yoktur. Yani aslında hala anneyle bir bütün olarak okyanussal bir bütünlük duygusundadır. Doğumdan sonraki ilk bir ay anne, bu duyguyu bebeği için koruyarak ve onu oradan kademeli olarak kışkırtarak (ses, gülücük, konuşma vb) çıkarmayı başarmalıdır.

Bebek kendi dudaklarıyla anne memesini birbirinden ayırt edemez ve açlık ağrısıyla bu duyguyu gideren dış obje (anne) arasındaki ilişkiyi fark edemez. Çocuk memeyi kendisinin yarattığını düşünür. Winnicott’ın tanımladığı “yeterince iyi annelik” işlevi burada başlar. Çocuğun ihtiyaç duyduğu anda memeyi ağzına vermeyi başarabilen (ya da doyurabilen) bir anne (birincil bakıcı) gerekmektedir.

Ve oral dönem başlar. Bu dönemde annenin rolü çok önemlidir. Çünkü Bebek bir başkasıyla ve dünyayla ilk kez karşılaşmıştır.  Farkında olmadan ilk ilişki deneyimini yaşıyordur (anneyle ya da memeyle). Bebek bu ilişkide kendisiyle, nesnelerle ve dünyayla (ilk nesne anne/birincil bakıcı ya da meme) ilgili bazı tasarımlar geliştirmeye başlar (ilk düşünce). Bu tasarımların içeriğini belirleyen en önemli öge bebeğin gereksinimlerinin uygun bir biçimde (zamanında, yeterince, düzenli, sevgiyle) karşılanıp karşılanmadığıdır. Bunu da yapan anne ya da anne yerine geçen bakım verenin  özellikleridir. Çocuk dışarıdan verilecek bakıma tümden bağımlı ve çaresizdir.

Buradaki bakımın niteliği bizim
  1. İçselleştirilmiş kendilik tasarımı, (şeftalinin çekirdeği ve devamında değerliyim algısını.)
  2. İçselleştirilmiş nesne tasarımı, (dış dünya ve insanlar iyidir, güvenilirdir, beni severler inancını)
  3. İçselleştirilmiş nesnelerin arasındaki ilişki ve duygusu, (ilişki kurma deseni/modelini)

oluşturacaktır.

Annenin bakımı neleri kapsar. Bebeğin ihtiyacını anlayabilmeyi ve bu ihtiyacı tam bir bütünlükte verebilmeyi: Beslerken, altını temizlerken, uyuturken, eğlendirirken…

1.Nesne Tasarımı

Beden temasını sağlamalı, kucağa kapsayıcı bir şekilde almalı, okşamalı, göz teması kurmalı, sevecen bir gülümsemesi ya da yüz ifadesi olmalı, ses vermeli, tatlı dil, ninni ve benzeri şeylerle bebeğini tutabilmeli. Ve bunları zamanında,  yeterince, düzenli, devamlı, aynı şekilde ve “bebeğin ihtiyacına yönelik” yapıyor olabilmelidir. Bunu yapabilen anneler bebeği ağladığında genellikle acıktığı için mi, altını ıslattığı için mi, gazı olduğu için mi vs ağladığını ayırdedebilen annelerdir.

 

Ve böylelikle bebeğin ağlaması durur, dinginleşir, kendini güvende, seviliyor ve rahat hisseder.

Burada anne nesnedir. Bebek bu nesne/öteki/dünya beni koruyor ihtiyaçlarımı anlıyor ve karşılıyor demek ki dünya/annem güvenli bir üs der. Böylelikle, güven duygusunun temeli atılmış olur. (Nesne tasarımı bu şekilde içine yerleştirir)

2. Kendilik Tasarımı

Aynı zamanda bebek ihtiyaçlarının uygun bir şekilde karşılanmasını, kendi benliğine verilen değer olarak algılar. Ben sevilenim, korunanım, bakılanım, önemsenenim yani DEĞERLİYİM der.(kendilik tasarımı çekirdeğini bu şekilde oluşturur)

3. Bağlanma Modeli

Bu dönemde annesiyle sıcak, sevecen ve güven verici bir ilişki yaşayan çocuğun, kuramsal olarak, yaşamı boyunca diğer insanlarla da benzer nitelikte ilişkiler kurabilmesi beklenir. Dünyayı olumlu bir yer olarak algılar ve umut doludur. Bowlby’nin kuruculuğunu yaptığı bağlanma kuramına göre; çocuk bebeklikten itibaren annesi ile yaşadığı deneyimleri ve onunla geliştirdiği ilişkisini ilerleyen yaşlarda her türle yakın ilişkisinde( dünya, aşk, dost, iş, covid 19, ) model olarak kullanır.(İçselleştirilmiş nesnelerin arasındaki ilişki ve duygusu, ilişki kurma modelini de böylelikle kurmuş olur. )

 

Yalnız Kalma Kapasitesi

Bu noktada bir ilişkinin ilk 2 yılını geride bırakmış oluyoruz yani burada balayı bitiyor ve başkasının varlığında kendi ile kalabilme kapasitesini ilk kez deneyimleyeceği aşamaya geliyoruz. Aşkın ve sağlıklı ilişkinin tanımını “iki kendi başınalık” olarak kabul edersek, bu 2 -3 yaş arası olan bitenler, aşkın ömrünün 3 yıl mı yoksa daha 3 yıldan fazla mı olup olmadığını bize gösterecek .

Güven duygusu gelişmiş bir bebeğin bu dönemdeki ilk sosyal başarısı; “kaygı duymaksızın annenin gözden kaybolmasına izin vermesidir.” Yani anneden sorun çıkarmadan ayrılabiliyor olmasıdır. Fakat aynı zamanda çocuktan çevreyi araştırmaya bir merak duyması da beklenir.

İnsan hayatı için güvenli bağlanmanın üç temel işlevi vardır;

  1. Dünyayı keşfederken geri dönülebilecek güvenli bir liman (ÜS) olma,
  2. Fiziksel gereksinimleri karşılama,
  3. Hayata dair bir güvenlik duygusu geliştirebilme şansıdır.

Güven temelini almış çocuk; anneden ayrılabilir, ilgisini korkmadan etrafa çevirebilir, annesinin uzaklaşmasına izin verebilir. Çünkü annesi güvenlidir, her zaman geri gelecektir, dünya güvenli bir yerdir ve çocuk kendi keşfine çıkabilir.

Sağlıklı anneler,  burada çocuklarının kendilerinden uzaklaşmalarına izin verir ve desteklerler.

Bunun en güzel örneği; bir odada anne koltukta oturuyordur, kendi halinde bir şey le uğraşıyordur. Çocuk kendi başına biraz ötede oynuyordur. İki kendi başınalık, güvenle oradadır. Zaman zaman buluşur, gülüşür oynaşır, başka odalara gidebilir ve hep geri geleceklerine dair güvenli bir inanç barındırırlar.

İleride her türlü ilişkiden de beklenen böylesi bir yapının oluşmasıdır. Bu varsa eğer, aşkın ömrü 3 yılı aşabilir. 3 yılı deviren ilişkilerde “aşk bitti” sonucunu çıkarmak yerine, önemli sınavlardan geçti ve yerini başka mevzulara bıraktı diyebiliriz ama bu başka bir yazının konusu.

Yalnız kalma kapasitesi de çocuğun az ötede oynadığı haldir. Kendi kendinedir. Kendine tahammülü vardır. Kendi başına oynadığı şeyden zevk alıyordur. Yaratıcılığını kullanıyordur.

İşte annenin o hale izin verebilmesi çocuğun bunu genişletmesine yardımcı olur.

Ve o çocuk büyüdüğünde kendi başına kalabilen, kendi kendineyken halinden memnun, kendiyle eğlenen, dengeli, yaratıcı, üretken, hayal kurabilen, sağlıklı bir insan olur.

Tabi tüm bunları gerçekleşmesi için ortada kendi bebekliğinde güvenli bağlanmış bir anne olmuş olması gerekir. Çocuk orada oynarken sürekli onu gözetleyen, uyaran, illa oyununa katılmaya çabalayan,  yemek yemesi için zorlayan ya da altını ıslattı-koktu bahanesiyle kendini kaybetmiş oynayan çocuğun o kendiliğindenliğini bozan bir anne ise bu yalnızlık kapasitesi genişlemez. Zaten böyle bir nüfuz edici bir anne ile 0-2 yaş arasında gerçekleşmesi beklenen bir bağlanma pek mümkün değildir. Anne bu evrede çocuğunu haddinden fazla kendi başına bırakırsa otistik durumlar oluşabilir.

Acaba Biz Şuan Tecritte Ne Yapıyoruz Kendi Kendimizle Kaldığımızda?

Şuan da sağlıklı bir birey “sosyal medyanın varlığında yalnız kalma kapasitesini nasıl genişletiyordur” diye düşününce elbette ki bunun tek bir cevabı yoktur. Ancak her ne yapıyorsa onunla ilişkisi dengeli bir ilişkidir diyebiliriz. Denge yoksa sağlıktan söz edemeyiz. Örneğin zamanının büyük çoğunluğunu sosyal medya kullanımı, haber siteleri takibi, vb. ile etkinliklerle doldururken, diğer ihtiyaçlarına kısıtlı bir süre ayırıyorsa, burada bir dengeden bahsedemeyiz.

Peki şuanda biz neye haddinden fazla yöneldik ve ayarını kaçırdık? Neye daha fazla ihtiyaç duyuyoruz? İşte bu da bizim sağlıksız savunma mekanizmalarımıza işaret eder.

Burada kendilik çekirdeğimizde bir problem var demektir. Yaşantılarımız olumlu yönde gittikçe tutarlılık, süreklilik aynılık göstermemiş olabilir,  ego kimliğimiz bazı bozulmalara uğramış olabilir ve biz bunu düzeltmek için bir sürü savunma düzeneği kullanmaya yönelmiş olabiliriz.

Yani sağlıksız savunma mekanizmaları kullanıyor olabiliriz.  Şuan içinde bulunduğumuz tecritte kendimizle kaldığımız her an neye ne kadar başvuruyoruz, bunları gözlemlemek kendiniz için ipin ucunu yakalamanıza yardımcı olabilir.

 

Neyimiz eksikse, kendimizde neye tahammül edemiyorsak oraya saldırıyoruzdur. Bu halle baş etmek için ne kullanıyorsak o bizim savunma mekanizmamızdır. Bir nebze baş etmek için kullandığımız sahte kendiliğimize yatırım yapıyoruzdur ve onu dışa vuruyoruzdur (paylaşıyoruzdur).

Annemiz az öteye gittiğinde, başka odaya geçtiğinde, güvensizce onu geri getirmek, kendimize ve annemizin ayrılığına katlanabilmek için nasıl oyalıyoruz kendimizi?

 

Çok fazla yemek mi yiyoruz, çok fazla spor mu yapıyoruz, kendimizin bin bir türlü fotoğraflarını mı yayınlıyoruz, kaygı atakları mı geçiriyoruz, birilerine meydan mı okuyoruz, sürekli birileriyle konuşma ihtiyacında mıyız, kendimizi birilerine anlatmadan duramıyor muyuz, rastgele cinsel ilişki mi arıyoruz,  bu dünya iyi bir yer geçecek bu günler mi diyoruz, yoksa her şey kötüye çok kötüye mi gidecek diyoruz, para para para ekonomi ne olacak mı diyoruz…

 

Şu an sakin bir şekilde, çok sıkılmadan kendi başımıza yeterince idare edemiyorsak gelin bakalım güvensiz bağlanma modelleri nasıl oluşuyormuş ve biz neden böyle yapıyoruz? Hangi davranışımız hangi güvensiz bağlanma modelinden oluşuyor ve bizim kendilik çekirdeğimiz/tasarımımız hangisi?

Bir sonraki yazımda bunları anlatacağım. Yazının sonuna kadar gelebildiyseniz sizi de kendimi de tebrik ediyorum. Sevgiler…