Sevgili arkadaşım Serkareninn,

Sana okuduğumuz kitaplardaki mektupların naifliğinde ,modern zamana rağmen ve entegre olarak, bir not düşmek istedim.

Güney amerikayı gezerken, kendimi bir çok defa Gabriel Garcia Marquez’in kitaplarından birinde hissettiğim çokça zaman oldu. Kendi hayal dünyamın zaman zaman gerçeğe dönüşmesi beni oldukça etkiledi. Ama senin de dediğin gibi Vilcabamba’ ya gelince “yüz yıllık yalnızlık” diye geçirdim içimden. Gabo (Marquez’in takma adı) bu kitabı çocukluğunun geçtiği başka bir kasabadan etkilenerek yazmış olsa da “bu kitabı tüm yaşamım boyunca yazdım”  deyişinden yola çıkarak Vilcabamba’ dan çokça esinlendiğini söyleyebilirim. Sonuçta dünyanın merkezi olarak kabul ettiği ülkelerde yer alıyor.
Burada bir gün geçirdikten sonra öğrendim ki, suyu çok kıymetliymiş. Bu sebeple insanlar 100 yaşından fazla yaşıyormuş. Gerçektende yaşlı nüfusun yüzde 70 ten fazla olduğunu söyleyebilirim. Kilisenin hemen yanında bir türkün işlettiği bir türk cafesi var. Aynen kitaptaki gibi bir yansıma. Biliyorum o tarihte yoktu ama yine de hissayıtına istinaden söylemeden geçemeyeceğim. Bu ayrıntılar pek mühin değil. Sadede sonra geleceğim.

Mektubunda “hayali bir yerdeymişsin gibi” diye yazmışsın. Bence bu tam da Goba’nın yarattığı “büyülü gerçekliğe” karşılık geliyor. Bu satırını okuyunca bu sefer de Goba adına çok mutlu oldum.
Sana Vilcabamba ve hayatın gizemi ile ilgili bir kaç şey iletmek istiyorum, bu konuda ki fikirlerini merak ediyorum.

Peruya beş kala yolculuğumu ve içsel yalnızlığımı burada durdurmuş bulunmaktayım. Halbu ki sıra dışı bir durum benim için. Sanki normalmiş gibi anlatmaya çalışacağım çünkü Goba’dan konuşurken bu uslubu kullanmaya özeniyorum.

Bu topraklar ve özellikle bu kasaba kızılderili şamanların kutsal seromonilerini asırlar boyunca düzenlediği bölge de yer alıyor. Ve bu geleneksel seromoniler halen burada yapılıyor. 10 yıllık psikoterapiye eş tutulan bu seromoniler seni “büyüsel gerçeklik” ile tanıştırıyor. Seni, kendinin en GERÇEK yerlerine daldırıp, evrenin BÜYÜLÜ GERÇEKLİĞİ ile karşılaştırıyor.
Deneyimlemesi oldukça cesaret gerektiren bir şeye benziyor. Ama bence bu toprakların yazarları bunu deneyimlemişler. Bu sebeple yazdıkları bize bu denli dokunuyor.

Velhasıl burada durdum. Büyülendim. Ormanın içinde tahta bir evdeyim. Kuru bir mevsime tesafüden denk geldiğim için sivrisinekler ve bilumum canlı türleri yok, o yüzden burada kalabiliyorum. Ama korktuğumu itiraf ediyorum. Hala doğayla bütünleşebilmiş değilim.

Bundan 6 sene önce bir konuşmamızda “kendini en çok korktuğun şeye maruz bırak” söylemin üzerine yalnızlığı deneyimlemeye başlamış, az da olsa başarmıştım. Fakat buradaki yalnızlık deneyimim bambaşka. Rüzgar her estiğinde, tahta gıcırtıları bir şeylerin varlığı düşüncesiyle beni ürkütüyor. Geceleri zifiri karanlık, bazen ellerimi göremiyorum ama yıldızlar çok büyülü… “Sanırdınız ki, gündüz akşama kadar dokuyor, dokuması bitmesin korkusuyla da gece sabaha kadar söküyordu. Bu işi yalnızlığını unutmak için değil tam tersine yalnızlığını yoğunlaştırmak için yapıyordu.” Yüzyıllık Yalnızlık, Gabriel Garcia Marquez— Adeta böyle bir haldeyim. Öyle bir durdum ki saati güneşten ötürü fark ediyorum. Bu topraklarda hiç bir saat çalışmıyor. Cidden hepsi durmuş halde. Çok şaşırdım. “Hiçbir şey yapılamayınca, zamanı aylara ve yıllara bölmenin gereği yoktu.” GOBA İşte bu satırı saatleri açıklıyor heralde.

Uzun lafın kısası son mektubunda bana öğütlediğin şeyleri unutmuş ya da artık duyamaz olmuşa döndüğünü hissettim.

Ben gitmeleri sevdikçe sen bana Konstantinos kavafis’in “şehir” şiirini gönderirdin. “Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde.” Şimdi ben sana geri gönderiyorum ve ekliyorum. Simyacı’yı yeniden okumanı öneririm.

Dedim ya yoldayken bir anda durdum ormanın içindeki evde…
Dönüp dolaşıp, yastığımın altındakini arıyormuşum.
Marquez diyor ki, “İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir.”

Paulo Coelho’ nun simyacıda ki değimiyle “Artık tam anlamıyla kendime alışmış durumdayım.”
“Ve bütün dünyayı kucaklayamayacak kadar küçük biri olduğum için, sahip olduğum az bir şeyi her zaman korumaya çalışacağım.”

Diliyorum ki ölümün eşiğindeki Ursula’nın kavradığı gerçekliği, ben çok daha erken yaşlarımda deneyimleme şansı bulurum. Sana o satırları tekrar hatırlatıyorum. “Ama yaşlanıpta yılların deneyiminden geçtikten sonra, Ursula, ana karnındayken çocuklarının ağlamasının; vantrilokluk belirtisi ya da peygamberlik habercisi olmadığını, ‘sevme yeteneksizliğinin su götürmez kanıtı’ olduğunu anladı.” “İnsanoğlu anasının karnından çıktığı an doğmaz yalnızca, yaşam kendilerini defalarca yeniden doğurmalarına mecbur kılacaktır onları.” Sanırım doğum sancısı içindesin. Sana benimkini aktarmak istedim. Kendi kalbini kucağına aldığında tüm acılarını unutmuş olacaksın.

Sevgiyle kal.

8 Ağustos 2019

Nihan Dikme