Yas çoğunlukla profesyonel yardım gerektirmez. Zaten çoğu kişi de profesyonel yardım aramaz. Birçok kişi sadece, çeşitli duygularını rahatça ifade edebilecekleri destekleyici bir sosyal ağa gereksinim duyar. Yas sürecinde yadsıma, bölme, pazarlık, suçluluk ve öfkenin olağan olduğunu, yas işinin hem sıkıntılı hem de dengeleri bozan bir dönem olduğunu ve olağan yasın bazen garip bir şekle bürünebileceğini öğrendiği zaman kişi rahatlar.

Çözümlenmemiş kayıpların varlığını sürdürmesi, yakın ilişkiler üzerinde daha da fazla yıkıcı etki yapar. Yas tutamayanlar, uzun süreli sevgi bağlarını da sürdüremeyebilirler. Ya fazla tutunurlar, ya da yeterince sıkı tutunamazlar. Yaşamın paradokslarından biride işte budur: ölüm almak istediğinde bırakamıyorsak, yaşam gerektirdiğinde de genellikle tutunamayız.

Niçin bazılarımız yasın tamamlanması için gereken acı verici ve zorlu psikolojik uzlaşmaları yapabiliriz de bazılarımız yapamaz?

Bu soruyu yanıtlamak kolay değildir. Kişinin keder tepkisini birçok yorum katmanı ve durum belirler. Bazı risk etmenlerini bir insanı komplike yasa sürükleyebileceğini biliriz. Kaybedilen ve kaybeden arasındaki çözümlenmemiş meseleler, kişinin yas tutma kapasitesini zorlayan dış koşullar, geçmişte çözümlenmemiş kayıplar ve ayrılıklara dayanamayan bir duygusal yapı.

Yasın ne zaman komplike olabileceğini kestirmeye çalışmak, bireyin kişisel öyküsünü ayrıntıları ile bilmeyi gerektirir.

YAS TUTMA YETİSİNİ BOZAN KOŞULLAR

Kederlenmek için zamana ve alana gereksinim duyarız. Bu nedenle birçok din ve kültürde psikolojik olarak yas tutma gereksinimine hitap eden ve bunu sağlayan cenaze törenleri vardır. Cenazenin planlanması, cenazeye katılmak, ölen kişinin bedeninin görülmesi, yıkanması, başsağlığı dilekleri ölümü yadsımayı zorlaştırır.

Diğer bazı durumlarda, tam olarak yas tutmamız kayıbın doğasından dolayı engellenebilir. Kayıp sırasında uzaktaysak ya da başka durumlarla yoğunsak, yadsıma fırsat bulur.

Örneğin, bir savaşın ortasındayken çoğunlukla askerler yas tutamazlar. Çünkü dikkatlerini toplamak için kederlerini bastırmaları gerekir. Sevdiğimiz bir kişi bizden uzakta öldüğünde, ölü bedenini hiç görmezsek ya da cenazeye katılmazsak, bu yalıtma yadsımamıza izin verir.

Halen bir kayıp için yas tutmakta olan biri, yeni bir kayıp olursa, kedere dayanma gücünün kalmadığını hissedebilir.

Kaybeden ve kaybedilen arasındaki bitmemiş ilişkiler yas tutmayı zorlaştırır. Çatışmalı bir ilişki, bağımlı ilişki, zıt duyguları barındırdığımız bir ilişki içinde olduğumuz birinin kaybında işler olduğundan çok daha sancılı ve yavaş ilerler. Dönüp aradaki bu ilişkinin üstünden geçilmesi gerekir.

Bunun en belirgin örneği bir çocuğun ana babası için yas tutmasıdır. Bir çocuk ergenliği tamamlayana kadar henüz olgunlaşmamış bir ruhsallıktadır. Onun sevgi ve onay kaynağı olarak ana babasına ihtiyacı vardır.

Benzer bir şekilde bir çocuğun ölümü, ana baba için yasın tamamlanmasını neredeyse olanaksız kılabilir. Bir çocuğun ana rahmine düştüğü andan itibaren ana babanın geleceğe bakışı çocuğu da içerecek şekilde değişir. Ana baba çocuğuna bakmak, onu sevmek ve onun kendisinden daha çok yaşaması beklentisi içindedir. Evlat ölümü yası tutulamayacak kadar yakıcı olur. Aynı zamanda çocuklarının ölümünü genellikle suçluluk duygusu ile komplike olur. Ana babalar, elden gelen hiçbir şey olmasa bile, çocuklarını bir şekilde koruması gerektiğine inanır. 36 yaşındaki kızı Sophie ölünce Freud şöyle yazar bir mektubunda

“Böyle bir kaybın ardından akut yas durumunun yatışacağını bilmemize karşın, avunamayacağımızı ve asla onun yerini dolduracak bir şey bulamayacağımızı da biliyoruz. Boşluğu dolduran ne olursa olsun, tam olarak doldursa bile, yine de o başka bir şey olarak kalır.”

Aslında olması gerekende budur. Bırakmak istemediğimiz o sevgiyi sürdürmenin tek yolu budur.

Kaybedilenler yaşamaya devam ederse, bağlantı nesneleri bırakılamaz ya da sağlıksız özdeşimler kurulursa da yas işi bozulur. (bunu “kayıp balık sardalya” yazımdan ayrıntılı olarak okuyabilirsiniz.)

BİTMEYEN YAS İPUÇLARI

  • Kederin Yokluğu

Bastırılmış duygular eninde sonunda bir ifade yolu bulur. Kederin yokluğunu uzun süre gösteren yetişkinler, genellikle kendine yeten kişilerdir. Bağımsızlıkları ve kendilerine hakim olmaları ile gurur duyarlar, duyguları küçümserler. Gözyaşlarını bir zayıflık olarak değerlendirirler. Bir kayıptan sonra hiçbir şey olmamış gibi yaşamlarını sürdürmekten gurur duyarlar. Meşgul ve etkindirler. Kayıpla fevkalede baş ediyormuş gibi görünebilirler. Ancak duyarlı bir gözlemci onların gergin olduğunu ve çabucak öfkelendiğini fark eder. Kayıpla ilgili şeyleri anımsamak istemez ya da kaybı anımsatan şeylerden kaçınılır. Kederin psikolojik ve davranışsal yokluğunda, fiziyolojik öğeleri ortaya çıkar.

  • Kaybedilen kişiden bahsederken şimdiki zaman kipinin kullanımı.
  • Evin bir bölümünün onun eşyaları ile türbe gibi doldurulması.
  • Reenakarnasyona, ruh çağırma seanslarına ve diğer doğa üstü konularla yoğun uğraş.
  • Kaybedilen kişiden kalan bir eşya ile yoğun bir uğraş.
  • Yaşadığı evi kapatamama.
  • İlaçlarını artık hazırlamamasını eczaneye söyleyememe vb. sürdürülen davranışlar
  • Sağlıksız özdeşimler
  • Bağlantı nesnelerinin bırakılmaması
  • Depresyona dönmüş keder

BİTMEYEN YASTA DÜŞLER

  • Birbiri ardına gelen hareketsiz tablolar gibidir, sabit hareketsiz şeyler görürler
  • Kaybedilen kişinin bedeni tabutta terliyordur, bedeni bozulmamıştır.
  • Kaybedilen kişinin tehlikede olduğu rüyalar görürler.

Niçin bazı kişiler, bu risk etkenlerini içeren kayıpları yaşamakla birlikte, etkili bir şekilde yas tutabilirler ve yaşama devam edebilirler?  Bunun yanıtı, insan doğasının esnekliğinde ve biraz da olumlu şeyler keşfetme gücünde yatar. Gerekli kaynakları keşfetmemize yardımcı olmak için, bazen – bir çocuğun doğumu, yeni doyurucu bir aşk, bilgili bir terapist gibi- yalnızca yerinde bir gelişimsel ivme yeter.

Vamık Volkan yas incelemelerini ve “yeniden yaslandırma terapisini” anlattığı kitabının ön sözünde bu deneyimini şu sözlerle anlatır. “Bu kitabı yazmak acılarımı tazelemeye ve böylece yaşamımın bazı yönlerinin yeniden yasını tutmaya zorladı.  Tüm bunlar yitimin, büyüme için bir araç olabileceği konusundaki düşüncelerimi pekiştirdi. Tam olarak yas tuttuğumuzda, kendimiz ve insan olmak hakkında daha çok şey öğreniyoruz. Yalnızca daha fazla psikolojik olgunluk kazanmakla kalmıyoruz, sonunda zevk alma kapasitemizde artıyor.”

Komplike yas risk etkenlerinin nasıl bir araya gelebileceğini kendi yaşamımdan bir bölümle anlatacağım.

Yaslarımız parmak izlerimiz kadar kişiseldir. Geçmişteki yitim öykülerimiz ve ilişkilerimizin özelliklerini tarafından belirlenir.- Vamık Volkan

Her kayıp geçmiş bütün kayıpları yeniden canlandırır.

Yitim yaşamın bedelidir; kaldığın sürece ödenmesi gereken bir kira.- Annie Dillard

Benim için annem kadar değerli, 10 yıldır alzimer hastası olan anneannem, beni ziyarete geldiği zaman felç geçirip 40 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra vefat etti. Fakat felç geçirdiği 3 kere hastaneye götürülmesinden sonra anlaşıldı. Zaten benim için çok zorlu ve yoğun sorgular içerisinde olduğum, bu büyük kaybımın yasını tutmaya başlamamışken, benden bir ay önce doğmuş ve ikiz gibi büyüdüğüm kuzenimi bir deniz kazasında kaybettim. Bu gerçek bir kayıptı. Denizde teknesi alabora oldu ve bir daha bulunamadı. Bu olayın şokundayken, bu kaybın acısıyla, amcamızı bir hafta sonra kalp krizinden kaybettik.

3 kaybımız ve iki cenazemiz vardı. Benim için savaş alanı gibiydi ortalık. Bende kuzenimin yaşadığı düşüncesine sığınmayı tercih ettim ve deli gibi onu arama uğraşı işine girdim. Bu 3 kaybımın yasını tutamamamı sağlıyordu.

Şöyle bir baktığımda çocukluğumdan bu yana payıma çok az kayıp ve üzüntü düşmüştür. Fakat doğduğumuz günden itibaren, bir şeyleri bırakarak büyürüz. Bebek, sütünü bardaktan içmek için, annenin memesini bırakmayı kabullenir. Yürümeye başladığında, kucakta taşınmanın güvenliğini kaybeder, eğer bu geçişler güvenli bir ortamda olursa, çocuk iyi gelişir ve yas tutmak için psikolojik bir modele sahip bir yetişkin olma olasılığı artar. Sağlıklı ayrılıklar birbirinin üstüne inşa edilir.

Güncel kayıplarımızla barış yapabilmek için, geçmişimizdeki yası tamamlanmamış kayıplarımızla karşılanmaya zorlanırız. Ve bir kayıp tüm eski kayıpları geri getirir.

Kuzenimin kazasından bir hafta geçmemişti ki kendimi bir sabah, 10 yaşındayken ateşli silah kazasında kaybettiğimiz 2. Dereceden kuzenimizin annesinin yanında aldım.3 kuzen aynı yıl aynı aylarda doğmuştuk ve birbirimize çok yakındık. Ve hepimiz 10 yaşındayken içimizden birini kaybetmiştik. O zamanlar küçük bir çocuk olduğumdan bu yası tutmaya hazır değildim ve o güne kadar da hiç yakınlaşmamıştım. Annesine “bence bende öleceğim” dedim. Çünkü diğer ikisi gitti. Kesin bende öleceğim. Buna derinden inanıyordum ve aslında orada olan şey “hayatta kalmış olmamın suçluluğuydu”. Annesinden bunu gidermesi için yardım istemeye gittiğimi çok sonra fark ettim.

Bir çatışmada arkadaşlarını kaybeden askerlerde sık görülen bir durumdur “hayatta kalanın suçluluğu”. Güncel kaybımla- kuzenimin, amcamın, anneannemin durumuyla- yüzleşemiyordum. Ani kayıplarım beni şok etmişti. Dünyanın güvenli bir yer olduğu duygum sarsılmıştı. Kaybı engelleyemediğim için suçluluk duygusu yaşıyordum. Fakat bu katlanılamaz olduğu için eski ve benim yasını tutmaya hazır olduğum kaybıma ve suçluluğuma sığınmıştım.

Bir kardeşin yitimi hepimizin birlikte yaşlanacağımız yanılsamasının sonuna işaret eder. Yazar Barbara ASCHER bu durumu şöyle anlatmıştı “ Bir kardeş öldüğünde, ölüm bizi eteğimizden çeker. Sımsıkı pençesini hiç gevşetmez. Sizi de tutar. Evet, sizi de” Hem kardeş kaybının hem de kendi ölümümüzün yasını tutarız.

Kazadan bir süre sonra yine başka bir kuzenim bu durumu çok güzel anlatan bir şey söylemişti bana. “O fotoğraflarda hep genç kalacak Nihan. Biz yaşlanacağız o hep genç kalacak. Bilmiyorum neden bu beni çok üzüyor”

Kazanın olduğu yaz, tüm kayıplarımı duyan en yakın arkadaşım Amerika’dan beni ziyarete geldi. Kendisi bir gezgindi. Beni oyalamak için tüm varlığı ile uğraşıyor gezdiği yerleri yeni kültürleri anlatıyordu. Güney Amerika’da geçirdiği yılları anlatırken psiko-aktif bir bitki olan Ayahuasca dan bahsetti. Şamanların eşliğinde seromoniler ile içiliyordu. Yıllar önce bunu duymuştum “10 yıllık psikoterapiye bedel bir deneyim” dendiği hep aklımın bir köşesinde kalmıştı. Ama benim için bu bitkiden bahsedilirken kullanılan şu cümle çok çarpıcı idi  “Embriyo halindeki bir bebeğin sekiz haftaya kadar salgıladığı bir sıvı. Ölünce hayatınızın film şeridi gibi gözünüzün önünden geçmesini sağlayan da bu sıvı işte. Ayahuasca bitkisinden aldığınız zaman, adeta yeniden doğuyorsunuz. Metaforik olarak değil, gerçekten.” Yaşam ve ölümle ilgili çok karmaşık bilinçdışı süreçlerime bu bilgi inanılmaz bir şekilde yeniden dokunmuştu. Ölüm deneyimi yaşatan bir sıvı.

Anneannem çok gezen ve yemeyi içmeyi çok seven bir kadındı. Anneannem bana aklının yettiği zamanlar “Sana vasiyet ediyorum gez gezebildiğin kadar. Bu benden sana miras olsun.” demişti.

Kazadan bir yıl sonra 3 ay Güney Amerika’ya gitmeye karar verdim. Fakat bu yolculuğa hangi kaybımın yası için gidiyordum bilmiyordum.

Anneannemin sevdiğim, ihtiyacım olan yanlarıyla özdeşim kurmak için mi, kendim için mi, yoksa Ayahuasca’nın bana yaşatacağı ölüm ve yeniden doğma deneyimi için mi? Yoksa denizler aşmaya mı gidiyordum.

Kuzenimin bulunamayışı beni çılgına döndürüyordu. Yaklaşık iki ay boyunca teknesinin alabora olduğu yerden hangi kıyıya ulaşabileceğini hesaplamıştım. Açık denize çıkarsa akıntıyla bulunması imkansızdı. Belki de bir yük gemisi almıştı onu ve ilk limanına bırakmıştı ve hafızasını yitirdiği için bize geri dönemiyordu.

Kalp krizi geçirdiği sabahın gecesinde amcamla deniz kenarında oturup uzun uzun konuşmuş, ihtimalleri hesaplamıştık. Ve amcam, keşke benim başıma gelseydi bu kaza demişti. Ertesi gün onun ani kaybı da kafamı çok karıştırıyordu. Bu, amcamın pazarlığı tutmuş gibi hissettiriyordu. Demek ki kuzenim yaşıyordu.

Hem birçok astrolağa kuzenimin haritasını açtırmış, falcılar gezmiş, doğaüstü birçok yönteme başvurmuş ve onun yaşadığı ihtimaline tutunmuştum.

Güney Amerika’yı otobüsle gezdim. Kendimi defalarca kere insanların yüzlerinde kuzenimi ararken yakaladım. Bu bir bölmeydi, yadsımaydı, pazarlıktı…bir umuttu…

Amcam tüm çocukluğum boyunca bizi “sizi bu gece discoya götüreceğim der” asla götürmezdi. Bu aramızda hep bir şaka olarak kaldı. Güney Americada 90 lardan kalma gibi görünen bir sürü salsa clubta dans ediyordum.

O anlarda duygularım karmakarışık olurdu. Anneannem için geziyor, amcamla şakalaşıyor, artık büyümüş olmanın mutluluğunu ve hüznünü yaşarken orada olmanın yani hayatta kalmanın suçluluğunu yaşıyordum.

Bir yandan da sürekli depremden, uçak kazasından ya da herhangi bir şeyden öleceğime inanıyordum. Güney Amerika’da hepinizin bildiği üzere pek de tekin yerler değildi. Acaba ben neden ordaydım?

Travma yaralanma demektir. Psikanaliz için travma, öznenin normal zamanda yeterli olan savunma düzeneklerini başarısızlığa uğratan uyarım akımıdır. Uyarım hücumudur. Kısa ya da uzun vadede ruhsal bir düzensizliğe neden olur.

Travmayı anlamak için ona hangi düşlemin eşlik ettiğine dikkat etmemiz gerekir. Yalnızca dehşet verici dışsal gerçekliğe, hangi düşlemin eşlik ettiğini anladığımızda travmanın özüne anlamlı bir biçimde dokunmuş oluruz.

Kaynaklar

Freud s.(2014) Yas ve Melankoli. Çev. Aslı Emirsoy

Volkan V.D.(1993) Gidenin Ardından. Çev. Işıl Vahip, Müge Kocadere

Volkan V.D. , Elizabeth Z. (2012) Kayıptan Sonra Yaşam. Çev. Işıl Vahip, Müge Kocadere

Talat PARMAN, Kordep Konferansı-2