Size daha önceki yazımınızda Daniel Pink’in “kavram çağında” iş dünyası için yükselen değerler üzerine yazdığı iki kitaptan ve kavram çağında başarılı olabilmek için geliştirmemiz gereken “altı duyu” dan bahsetmiştim şimdi onların ikincisini olan “öykü” de sıra.

ÖYKÜ

Sadece sav değil, aynı zamanda ÖYKÜ.

Öykülerin anımsanması daha kolay, çünkü birçok açıdan öyküler bizim nasıl anımsadığımızla ilişkili. Bilişsel psikolojide uzman olan Mark Turner, “The Literary Mind” adlı kitabında ‘’ Anlatı, hayal etmek; öykü temel düşünce aracıdır’’ diyor. ‘’Rasyonel kapasite öyküye dayanır. Geleceği araştırmanın, öngörmenin, planlamanın ve açıklamanın başlıca yoludur. . . .Deneyimimizin, bilgimizin ve düşünce biçimimizin büyük bölümü öyküler olarak düzenlenir.’’ Öykü de insan deneyimi için tasarım kadar bütünleyicidir.

‘’İnsanlar mantığı anlayacak ideal donanıma sahip değil; öyküleri anlayacak ideal donanıma sahip.’’

Google’a birkaç sözcük yazıp geri dönüş alabilir ve birkaç saniye sonra ekranda belirenlere bakabilirsiniz ve bilgiye ulaşabiliriz. Veriler bu denli yaygın ve hızlı biçimde erişilebilir hale geldikçe, her birinin değeri de azalıyor. Bu noktada, bu verileri belli bir bağlama yerleştirme ve onları duygusal etki yaratarak sunma becerisi önem kazanmaya başlıyor.
Öykü yüksek dokunuş niteliğindedir, çünkü öyküler hemen her zaman duygusal bir etki taşıyor. Gerçek olayın mantığı ‘’Kral ve kraliçe öldü’’ biçimindedir. Öykü ise ‘’Kraliçe öldü ve kral da üzüntüden öldü’’ biçimindedir ve daha akılda kalıcıdır.

Sigmund Freud un şu sözü de bu duruma örnektir.

“Bir insanı unutabilirsin. Bir insanın sana neler yaptığını da unutabilirsin, ama o insanın sana ne hissettirdiğini asla unutamazsın.”

Öyküler genel çerçeveyi yakalar, duyguları yakalar. Öyküler önemli bilişsel olaylardır, çünkü tek bir bütün yapı içinde bilgiyi, genel çerçeveyi ve duyguyu özetlerler. İşletmeler, öykünün büyük para anlamına geldiğini anlamaya başladı.

Öykünün iş üzerinde önemli bir etkisi daha var. O da tasarım gibi, bireyler ve girişimciler için, ürün ve hizmetleri kalabalık bir pazarda farklı kılmanın temel yöntemlerinden birini oluşturuyor. Bu fenomeni açıklamanın en iyi yolu, size kendi iş yaşamımdan birkaç örnek vermek.

Öyküler: İnsanlar hastalandıklarında kendilerine ne olduğuna bu yolla anlam veriyorlar. Kendileriyle ilgili öyküler anlatıyorlar. Doktorlar ve psikologlar olarak bizim iyileştirme ve tedavi etme yeteneğimiz bir hastanın öyküsünü tam olarak algılayabilme yeteneğimize bağlı. Eğer bunu yapamazsanız, tek eliniz sırtınıza bağlanmış halde çalışıyorsunuz demektir.

‘’Eğer size öyküler anlatılıyorsa, onlara özen gösterin. Ve gerektiğinde siz de onları başkalarına sunmayı öğrenin. 

Bazen bir insan hayatta kalmak için gıdadan çok, bir öyküye gereksinim duyar.’’ 

BARRY LOPEZ.

MİMAR SİNAN VE MİHRİMAH

Topkapı Sarayı’nda 1522 yılında doğan Mihrimah’a, Farsça’da Güneş ile Ay anlamına gelir. Mimar Sinan, Mihrimah Sultanın isteği üzerine 1540 yılında Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Külliyesi’nin temelini atar. Külliye, 1548 yılında tamamlanır.

O günden Mihrimah Sultan ile Mimar Sinan’ın bir araya gelmesi için aradan tam 14 yıl geçmesi gerekecektir. Mihrimah Sultan 1562 yılında Mimar Sinan’ı bir kez daha huzuruna çağırır ve İstanbul’da kendi adına bir külliye daha yapmasını ister. Bu külliyenin yerini de tıpkı ilkinde olduğu gibi yine Koca Sinan seçecektir. Sinan da ikinci külliye için İstanbul’un en yüksek tepesini seçer. Yeni külliye Edirnekapı surlarının dibine inşa edilecektir. Matematik dehası Sinan, Mihrimah için yaptığı iki külliyenin içinde yer alan camilere bir sır da gizlemiştir. Mihrimah Sultan’ın Güneş’le Ay anlamına gelen ismine ithaf edercesine yılın sadece birkaç gününde (Nisan ve Mayıs aylarında) bir caminin arka cephesinden güneş batarken diğerinden ay doğmaktadır.

Mimar Sinan çok ünlü bir matematik dehasıydı. Ama aynı zamanda usta bir tasarımcıydı. Birçoğumuz onun matematik dehasını anlayabilecek donanıma sahip değiliz. Tasarlarken anlam ve öyküyü her zaman kullanmış olması onun yapıtlarıyla aramızda ki bağı kuruyor. Birçoğumuz bu yazıyı okuduktan sonra tarihleri, yerleri belki unutuyoruz ve bu işi nasıl yaptığını anlayamıyoruz ama öyküsü bir kere duyunca aklımızdan çıkmıyor.

ÖYKÜLERİMİZ NEYSE BİZ DE OYUZ

Yılların deneyim, düşünce ve duygusunu diğerlerine aktardığımız ve kendimize anlattığımız birkaç özlü anlatıya sığdırırız. Bu her zaman geçerli olmuştur. Ancak, birçoğumuzun kendimizi ve amacımızı daha derin biçimde anlamaya çalışmakta daha özgür kılındığımız bu bolluk çağında, kişisel anlatılar daha yaygın, belki de daha önemli hale geldi.

Bütün bu çabalar, öykülerin bize sağladıklarına duyduğumuz açlığı ortaya koyuyor. İşinizin, kendinizin, çıkardığınız ürünün bir öyküsü olursa başarıda beraberinde gelecektir. Kavram Çağı bugüne dek her zaman doğru olan, ancak nadiren uygulanan bir şeyi bizlere anımsatabilir: Birbirimizin öykülerini dinlemeliyiz; her birimizin kendi yaşamımızın yazarıyız.