Size daha önceki yazımda Daniel Pink’in “kavram çağında” iş dünyası için yükselen değerler üzerine yazdığı iki kitaptan ve kavram çağında başarılı olabilmek için geliştirmemiz gereken “altı duyu” dan bahsetmiştim şimdi onların sonuncusu olan “anlam arayışı” nı açıklamaya çalışacağım.

ANLAM ARAYIŞI


Sadece birikim değil, aynı zamanda ANLAM.

‘’Dünyada hiçbir şeyi kalmamış bir adamın bile, sevdiğini derin derin düşünerek, tek bir an için bile olsa, cennetteymişcesine, nasıl hala mutluluk bulabildiğini anladım.’’ Anlam arayışı hepimizin içinde var olan bir dürtü; iç istek ve iradeyle dış koşullar bir araya gelerek onu su yüzüne çıkarabilir.’’ Manevi eşitsizlik artık maddi eşitsizlik kadar büyük, hatta belki de daha büyük bir sorun.’’İnsanların yaşamaya yetecek her şeyleri var, ancak uğruna yaşayacak hiçbir şeyleri yok; rahat rahat yaşayacak zenginlik var, ancak anlam yok. Dünya Değerler Anketi’ni her uygulayışında, katılımcıların ruhsal ve manevi konulara daha fazla ilgi gösterdiğini saptadı.

Maddi istekten anlama doğru, tarihte daha önce hiç görülmemiş-yüz milyonlarca insanı ilgilendiren-boyutta bir geçiş yaşanıyor; bu geçiş sonunda çağımızın en temel kültürel gelişimi olarak kabul edilebilir. Anlam işimizin ve yaşamımızın temel bir özelliği haline geldi. Anlamın peşinden gitmek belli ki hiç de kolay bir iş değil. Ancak anlam arayışına girmek için bireylerin, ailelerin ve işletmelerin yararlanabileceği çok yönlü iki pratik yol var: Maneviyatı ciddiye almaya başlamak ve mutluluğu ciddiye almaya başlamak.

MANEVİYATI CİDDİYE ALMAK

‘’Yaşamımızın bütün amacının mutluluğu aramak olduğuna inanıyorum. Bu açık. İnsan dine inansın ya da inanmasın, insan ister şu dine ister bu dine inansın, hepimiz yaşamda daha iyi bir şeyin peşindeyiz. Bu nedenle, yaşamımızın bütün hareketinin mutluluk yönünde olduğunu düşünüyorum.’’

DALAI LAMA

MIT bile maneviyatı ciddiye alıyor. Ünlü moleküller biyolog Eric Lander kalabalığa bilimin dünyayı anlamanın yollarından sadece biri olduğunu anlattı. Maneviyatın insanlık durumunun temel bir parçası olduğu görüşü birçok farklı alanda giderek daha fazla kabul görüyor; bu her zaman din değil; yaşamın anlamına ve amacına ilişkin daha genel bir ilgi. Gerçekte inanç kapasitemiz beynimizle ilişkili olabilir; burada da yine sadece din değil, bizlerden daha büyük bir şeye olan inanç söz konusu. Bu ilişkinin beynin sağ yarımküresiyle sağlanması belki de hiç şaşırtıcı değil.

 

En azından yaşamlarımızı iyileştirme kapasitesi nedeniyle maneviyatı ciddiye almamız gerekiyor; çoğumuz maddi gereksinimlerimizi karşılamışken (hatta fazlasıyla karşılamışken) bu, daha da değerli olabilecek bir şey. Örneğin, modern yaşamın kimi sorunları-stres, kalp hastalığı, vb.-ruha başvurarak hafifletilebilir. Duke Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, düzenli olarak dua eden insanlar etmeyenlere göre ortalama olarak daha düşük kan basıncına sahip. Johns Hopkins’den araştırmacılar, dinsel ibadetlere katılmanın, insanların kalp hastalığından, intihardan ve kimi kanser türlerinden ölme riskini azalttığını saptadılar. Kimi araştırmacılar, yaşamın anlam ve amacına önem veren kadınlarda virüslere ve kimi kanser türlerine karşı koruyucu işlev gören bazı hücre türlerinin daha yüksek düzeylerde bulunduğunu da ortaya koydu. Newsweek’e göre ‘’Amerikalıların yüzde 72’si hekimleriyle inanç üzerine konuşmayı hoş karşılayacaklarını söylüyor.’’ Bu nedenle, kimi doktorlar hastalarının’’ manevi öykü’’lerini de almaya başladı; onlara dinde avuntu arayıp aramadıklarını, belli bir inanç topluluğunun bir parçası olup olmadıklarını ve yaşamlarında daha derin bir anlam bulup bulmadıklarını soruyorlar.

Maneviyatı ciddiye almaya başlayan diğer bir alan da iş dünyası. Eğer Kavram Çağı postmateryalist değerler geliştiriyor ve ‘’anlam isteğimizi’’ derinleştiriyorsa, bu olayın birçoğumuzun uyanık saatlerinin büyük bölümünü geçirdiği yerde kök salması anlamlı. Manevi değerlere söz hakkı tanıyan ve bunları kurumsal hedeflerle paralel hale getiren şirketlerin performans olarak diğerlerini geride bıraktığını da saptadılar. Diğer bir deyişle, maneviyatın işyerine girmesine izin vermek, kuruluşları hedeflerinden saptırmıyordu. Çoğunlukla da bu hedeflere ulaşmalarına yardımcı oluyordu.

MUTLULUĞU CİDDİYE ALMAK

Akademik psikoloji, geçmişinin büyük bölümünde, mutluluk dışında her şeye odaklandı. Hastalıkları, düzensizlikleri, işlevsel bozuklukları araştırırken insanları tatmin eden, mutlu eden şeyleri çoğu kez hesaba katmadı. Ancak, Seligman 1998’de Amerikan Psikoloji Derneği’nin başına geçince, ruh gemisini yavaş yavaş yeni bir doğrultuda yönlendirmeye başladı. Seligman’a göre, tatmin edici bir işle uğraşmak, olumsuz olayları ve duyguları engellemek, evlenmek ve zengin bir sosyal çevreye sahip olmak mutluluğa katkıda bulunan şeyler arasında. Değerbilirlik, bağışlayıcılık ve iyimserlik de önemli.( Araştırmaya göre, daha fazla para kazanmak, fazla eğitim almak ya da güzel bir iklimde yaşamak hiç de önemli değil.)Yaşamınızın belli başlı alanlarında mutluluğa ulaşmak için kendi ‘’güçlü yönlerinizi’’ (yapmakta başarılı olduğunuz şeyleri) kullanırsınız.

‘’İnsanların kaçınılmaz olarak peşinden gittiği üçüncü bir mutluluk biçimi daha var; anlam arayışı. . .en güçlü yönlerinizin neler olduğunu bilmek ve onları kendinizden daha büyük bir şeyin hizmetinde kullanmak’’. Bu yolla benliğinin ötesine geçmek, şu meditasyon yapmış olan rahip ve rahibelerin durumundan fazla farklı değil. Who Moved My Cheese? Tüm dünyada milyonlarca satmış bir iş dünyası masalı. Öykünün ana fikri şu ki değişim kaçınılmaz ve değişim gerçekleştiğinde en akıllıca tepki ağlamak ya da sızlanmak değil, onu kabullenmek ve onunla başa çıkmak. Kavram Çağı’nda Asya ve otomasyon, sürekli olarak, deyim yerindeyse, peynirimizin yerini değiştiriyor olabilir. Ancak, bu bolluk çağında, artık bir ‘dehliz’ içinde değiliz. ‘Dehliz’ler çözülmesi gereken analitik bulmacalardır; labirentler bir tür hareketli meditasyondur. ‘Dehliz’ler yolunuzu şaşırtabilir; labirentler ise yönlendirici olabilir. Bir ‘dehliz’ içinde yolunuzu kaybedebilirsiniz; bir labirent içinde ise kendinizi.’Dehliz’ler sol beyni meşgul eder; labirentler sağ beyni özgür bırakır.

 

SON SÖZ

Geleceğimiz üç soruya verdiğiniz yanıtlara dayanacak. Bu yeni çağ da her birimiz ne yaptığımıza dikkatle bakmalı ve kendimize şunları sormalıyız:

1.Denizaşırı ülkelerden biri bu işi benden daha ucuza yapabilir mi?

2.Bir bilgisayar bu işi benden daha hızlı yapabilir mi?

3.Bu bolluk çağının manevi, aşkın tutkularını tatmin eden bir şey sunuyor muyum?

Bu üç soru başarıya ulaşanlarla ulaşamayanlar arasındaki fay hattını belirleyecek. Çabalarını yabancı bilgi işçilerinin daha ucuza, bilgisayarların ise daha hızlı yapamadığı şeyleri yapmaya ve bu zengin dönemin estetik, duygusal ve manevi taleplerini karşılamaya odaklayan bireyler ve kuruluşlar, başarılı olacak. Bu üç soruyu yadsıyanlar ise zorlanacak.

 

O halde Kavram Çağı’nın başladığı ve bu çağda ayakta kalmak isteyenlerin tanımlamış olduğum yüksek- kavram, yüksek- dokunuş becerilerinde ustalık kazanması gerektiği açık görünüyor. Bu durum hem umut hem de tehlike vaat ediyor. Umut Kavram Çağı’na özgü işlerin son derece demokratik olması. Bir sonraki mobil telefonu tasarlamanız ya da yeni bir yenilebilir enerji keşfetmeniz gerekmiyor. Sadece buluşçular, sanatçılar ve girişimciler için değil, danışmanlardan masaj terapistlerine, öğretmenlerden stilistlere ve yetenekli satış temsilcilerine dek, pek çok yaratıcı, duygusal zeka sahibi, sağ- beyin profesyoneller için de fazlasıyla iş var. Dahası, açıklık kazandırmaya çalıştığım gibi, gereksinim duyacağınız beceriler-Tasarım, Öykü, Senfoni, Empati, Oyun ve Anlam-temel insan özellikleri. Hepimizin içinde var ve sadece ortaya çıkarılmaları gerekiyor.

 

 

Çin ve Hindistan ekonomik devlere dönüşüyor. Gelişmiş dünyada maddi bolluk artmayı sürdürüyor. Bu da en büyük ödüllerin elini çabuk tutanlara gideceğini gösteriyor. Yepyeni bir beyin geliştiren, yüksek-kavram, yüksek-dokunuş becerilerinde ustalık kazanan ilk grup son derece başarılı olacak. Geri kalanlar- adımını yavaş atanlar ya da bütünüyle hareketsiz kalanlar-fırsatı kaçırabilir ya da daha kötüsü sıkıntı çekebilir.